Kriz dönemlerini yaşıyoruz. Her muhalif ve muvafık kendi bakış açısı gereği bir şeyler söylüyor. Muhalifler; iktidarın beceriksizliğinden, adaletsizlikten, hayat pahalılığından, kur politikasından,, yolsuzluktan, çalmadan çırpmadan, liyakatsiz kadroların mevki ve makamlara getirilmesinden; iktidar tarafı ise, bu krizin, küresel bir daralmadan, pandemiden, etrafımızdaki savaşlardan, enerji fiyatlarının yükselmesinden kaynaklandığını ifade ediyor.
Her insan, her grup bulunduğu yerden meseleye bakıyor ve her bir taraf, iddialarını destekleyen gerekçelerle kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.
Muhalif kanatta, Saflaşmalar, gruplaşmalar, akla ziyan bir şekilde devam ediyor. Eskiden kanlı bıçaklı olanlar, şu an kendi aralarındaki ihtilafları dondurarak, ellerindeki kazmalarıyla, ülkemizin mezarını kazıp ıskatına oturmaya çalışıyorlar.
Evet ekonomik bir kriz var, bu krizi her insan derinden yaşıyor ve yaşıyacak. Bu kriz belkide çıkabilecek krizlerin ön habercisi. Kriz aslında daha da derinde, daha öldürücü ve çözülmesi biraz zor gibi görünüyor. Ekonomik kriz, krizlerin en hafifi. Semud kavmi, Ad kavmi, Lut kavmi, Nuh’un ümmeti ekonomik krizlerle değil; manevi krizlerle yok oldu.
Evet, bugün olup biten hiçbir şey bundan yüz yıl önce öngörülmemiş değil, "Kitleler ilerliyor" diyordu Hegel, kıyametten söz edercesine, " Devrimci bir çağ olan çağımız, yeni bir manevi güç belirmedikçe, felaket üretecek" diye haber veriyordu. Nietzsche Engedina' nın kayalıklarından haykırıyordu: “Nihilizmin med dalgası gibi yükseldiğini görüyorum!" Tarih, öngörülemez demek yanlıştır. Kehanetler sayısız kez gerçeğe dönüşmüştür. Eğer gelecek kehanete elverişli olmasaydı , sonradan gerçekleşip geçmişe karıştığında da anlaşılamazdı. Tarihçinin ters yönde bir kahin olduğu fikri tüm tarih felsefesini özetler.
Çağımız bunalımların ve buhranların zirve yaptığı bir çağ. Toprak sarsılıyor, gök sarsılıyor; insan kalbi paramparça, kıblesini şaşırmış, yolunu kaybetmiş şaşkınlar sürüsü. Neye kime bağlanacak? Tarihi değer yargıları etkilerini kaybetmiş durumda. Toplumsal yönetime ne din egemen, ne de ahlak. Entelektüel ve sanat faaliyetleri geçmişe göre daha az değerli. Geriye sadece para kalıyor.
Bütün dünyada kriz ekonomik olarak görünse de, aslında yaşanılan manevi bir kriz her insanın içinde. Evimizde kriz, mahallemizde kriz, şehrimizde kriz, ülkemizde kriz, dünyamızda kriz...
İnsanlar imanlarından, geleneklerinden, adetlerinden, alışılagelmiş alışkanlıklarından kopuyor, değerler sıralaması hergün yer değiştiriyor. İnsan modernizmin, tüketimin mutlak kölesi ve kulu haline getiriliyor.
Her İnsan, varoluşsal bir kaygı yaşıyor ve umutsuzluğun hapishanesine kendini kapatıyor ve yabancılaşıyor. Her insan kendini kapattığı bu zindanının duvarını kendi eliyle örüyor. Bencillik zindanı, egoizm zindanı, inançsızlık zindanı, postmodernizm zindanı.
Bir savruluş, bir lakayıtlık, daha çok kazanma hırsı, aidiyet duygusunu yitirme, uyuşturucu, alkol ve eşcinsellik bataklığına dalış İntihar, çılgınlık nöbetleri. Şımarıklık.... Asıl kriz bu. Krize çare: içine kapatıldığımız bu zindanı yıkabilmek; işçisi ve mimarı olduğumuz bu zindanı.
Kriz burada! Ancak, bu durum kimseyi ilgilendirmiyor. Varsa yoksa ekonomik kriz.
Küresel aktörlerin beslemesi olan yarı aydınlar ve siyasiler, bu ekonomik krizi bahane ederek, kuzu postuna bürünmüş kurt misali, küresel aktörlerin içteki kuşatmasına destek veriyorlar. Yalanlar yalanları, algılar algıları kovalıyor. Ve algılar her geçen gün dozunu artırıp, dışarıdakilerle içeridekiler el ele vererek bir masanın etrafında buluşuyorlar.
Kurulan bu masa ne Edip Cansever’in şiirinde; bir insanın isteklerinin, sorunlarının ve düşüncelerinin bitmediğinin yükünü, yüklediği bir masa ve nede, iktidara gelerek Türkiye’nin derin ekonomik krizinin çözülmesi için kurulmuş bir masa. Bu masa; bir öç alma, bir bölüşme, Türkiye yi, batının putlarına perestiş ettirerek, daha da sekülerleştirme, birçok parçaya bölme ve küresel sermayeye eklemleme masası. Söylemler, sloganlar aynı merkezin ürünü. Liberali, solcusu, dindarı fetöcüsü, Nstocusu, pkklısı, masanın etrafındakiler, altındakiler, toplanıp, toplanıp dağılıyorlar. Yoğun bir trafik ve her dudak da aynı rezil şikayet: Öldük, bittik, yok olduk. Masa, dışarıdaki sesin içerideki yankısı. Onlar, Vaşington’dan, Paris’ten, Londra’dan, Berlin’den A diyorlar; bunlar da buradan A diye slogan atıyorlar. İçerdekiler, dışarıdakilerin canlı yalan makinaları. Siz, yüz yıldır devam eden bir trajedinin bugünkü aktörlerisiniz. Aktör değil figüran. Fezàhatlerinizin farkında olmayacak kadar mesuliyetsiz ve şaşkınsınız. Barut fıçıları üzerinde rakseden birer sarhoşa benziyorsunuz. Ağzınızda sigara ellerinizde havai fişekler. İmparatorluk içindeki kurt da, şu an kapıyı açtırmak için anne taklidi yapan kurt da sizsiniz
Masanın üstüne, ne koymuyorlar ki. Yalanlarını koyuyorlar, algılarını koyuyorlar, bin bir türlü dalaverelerini koyuyorlar, içinden çıktıkları partilere, camiaya ihaneti koyuyorlar, eski yol arkadaşlarına kuracakları tuzakları koyuyorlar, şeytanla pazarlık yapmayı koyuyorlar. İktidar olma uğruna teröre destek vermeyi küresel güçlerle birlikte hareket etmeyi koyuyorlar.
Dünün Mithat Paşaları, Prens Sebahattinleri, Abdullah Cevdetleri, Kılıç Hakkileri, Talat Paşaları neyse, bugünün masa etrafındakileri de aynı oyunun oyuncuları. Devirler değişiyor, oyun ve oyuncular hep aynı.
Bunlar, batının saraylarından kendilerine iktidar devşirmeye çalışan külkedileri.
"Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke.
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu."
"Kurtla kuzu bir olacakmış ve aynı yaylada yayılacakmış, kurt kuzuyu yemeyecekmiş, inançlara saygılı olunacakmış, adalet hüküm ferma olacakmış.”
Olmakta olan oluyor ve olanlar; Engi, Bengi, Külrengi masalını çağrıştırıyor.
" Postu bembeyazdır anne keçinin ve üç yavrusu vardır. Bunların ilk ikisinin tüyleri annelerinin tüyleri gibi bembeyazdır. Üçüncü yavrunun tüyleri diğerlerinden farklıdır. Külrengidir. Anne keçi her akşam ormandaki yuvanın kapısına gelerek; Engi, Bengi, Külrengi! Açın kapıyı ben geldim. Memelerimde süt, boynuzlarımda ot getirdim. Açın kapıyı yavrularım. Bu olaya kara bir kurt şahit olur. Bir gün bozuk niyetiyle yuvanın kapısına gelir. Anne keçinin söylediklerini tekrarlayarak kapının açılmasını ister. Engi, Bengi tam kapıyı açacakken, Külrengi müdahale eder. "Ahmaklık etmeyin" der. "Bu sözler annemizin sözleri lakin, bu ses annemizin sesi olabilir mi"? Diyerek kapının açılmasına engel olur. Kurt sesini incelterek bir daha gelir. Külrengi, “bu kara kıllı annemiz olamaz." diyerek, tekrar kapının açılmasına engel olur. Kurt değirmene gider, una bulanır ve bembeyaz olarak yuvanın kapısına tekrar gelir. Külrengi çaresiz kalmıştır. Engi, Bengi kapıyı açar ve kurt içeriye girerek, Engi, Bengi'yi midesine indirir. Renginden dolayı kurt, Külrengini farkedemez ve Külrengi kurtulur.”
Asırlar var ki, Türkiye kapısına kurt geldi. Engiler ve Bengiler bu kapıyı açmak istediler. Külrengi açtırmadı kapıyı, hep kapının açılmasına engel oldu.
“1960 da Kurt sesini incelterek, "sosyalizm" dedi, Külrengi kapıyı açtırmadı.” 1970 lerde, Kurt, eşitlik, özgürlük ve adalet dedi, Külrengi kapıyı açtırmadı. “12 Eylülde bizim değirmenin unuyla rengini bembeyaz yapan ve sesini anne keçinin sesine benzeten kurt kapıyı açtırdı ve içeri girerek Engi ve Bengi yi yedi.”
Kurt bu sefer, " açlık, yoksulluk, helalleşme, adalet" diyerek Türkiye’nin kapısını açmaya çalışıyor.
Fırsatı ganimete çevirmek isteyenler ise, ellerini oğuşturup sinsi Sinsi, arsız, arsız etrafa sahte gülücükler dağıtarak, mutsuz ve ekonomik sıkıntıya düşmüş milletin zaaflarını kullanarak, “açın kapıyı, ben size memelerimde süt, boynuzlarımda ot getirdim" diyerek. kapıyı açtırmaya çalışıyorlar.
Külkedisi olma rolüne soyunanlar, İştahlılar. Acele ediyorlar, aceleleri var. Onlar için, vakit geçti geçecek, şafak söktü sökecek, “az kaldı, gelmekte olan geliyor" sloganlarına inanırda ayağınızı, prensin (masadakilerin) elindeki ayakkabıya, hangi gerekçeyle olursa olsun soktuysanız, Külkedisi olmanız açıkça ortaya çıkmış demektir. Külrengi iseniz, annenizin, kurda rağmen geleceğine inanırsınız. Bu topraklarım değerlerine bağlı olup olmama durumunuz sizin kendinizi her bakımdan Külrengi olarak mı yoksa Külkedisi olarak mı gördüğünüze bağlıdır. Külrengi iseniz bu ülkenin değerlerine bağlısınız; Külkedisi iseniz, ikbal peşindesiniz. “Ümit ödünç alınmaz. Ümit ne kadar büyürse büyüsün kabından taşmaz.”
Zinnur ŞİMŞEK