“O halde iğreti dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatan sizi Allah ile aldatmasın” (Fatır suresi 5. Ayet)
Ayeti Kerime'ler olaylar yaşanırken, Peygamberlerin zorda kaldığı, içinden çıkamadığı anlarda felaha, erdirdiği, aydınlığa çıkarmak için furkan hakkı batıldan ayırmak için Rabbimiz tarafından ilham edilmiş ve olaylara son nokta konulmuştur..
Bir başka ayet ile de tescillenmiştir.
“Hem Allah ve O’nun Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mü’min bir erkek, ne de mü’min bir kadın için(o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur!” (Ahzap suresi 36)
Artık sözün bittiği yerdeyiz.
Bu ayeti kerimeler tam da güncel bugüne inmiş gibi.
İnsanların gaflet içerisinde günü kurtarma acziyetine düşmesi, Rabbimiz'in kesin emirlerini, ikazlarını dahi güncelleme, üzerini örtme yada, Allah'ın ayetlerini iktidarına feda etmek için kırk kılığa sokmak, kılıktan kılığa girmek, varı yok, yok olanı varmış gibi empoze etmek, insanların kafasını, zihinlerini çelişki yumağı haline getirmek hatta ve hatta akledecek ve sorgulayacak mecal bırakmamak hazin bir sonun geldiğinin göstergesidir.
Bugün içinde yaşadığımız coğrafya ve insanlığın marruz bırakıldığı tehlikenin farkına varmamış olmak büyük talihsizliktir.
Velev ki farkında olunmamışsa bile, Rabbimiz insana iki göz, görsün, iki kulak, işitsin, kalbiyle, beyniyle, aklıyla idrak etsin, anlasın, algılasın diye organlar vermiş.
Kullanmaktan imtina mı ediliyor da olaylar anlaşılmıyor, yada yanlış anlaşılıp, yanlış mı algılanıyor?
Gerçi yoğun algı operasyonları oluşturuluyor, onda hemfikiriz de akletmek, fikretmekte insana has meziyetlerdendir.
Yüce Kur’anın ifadesi olan insana mahsus özelikleri, cennet mekan Erbakan hocamız istisnasız hemen hemen bizlere verdiği her konferanslar ve seminerler de telekrarlamaktan âdeta dilinde tüy bitmişti.
İnsanı hayvandan ayıran dört meziyet verilmiştir.
Bunlar
-Doğruyu, yanlıştan,
-Faydalııyı, zararlıdan,
-İyiyi kötüden, (güzeli, çirkinden),
-Adaleti, zulümden ayırma özelliğidir!
Eğer ki bir insanda bu meziyetler yoksa, yani sözümüz yazımızdan dışarı... demekle yetineyim.
Yada Summun, bükmun, umyun ”Onlar sağır, dilsiz ve kördürler” (Bakara suresi 189 Ayet ile ifade etmiş olayım.
Veyahutta konunun dünya da ve ahirette hayati önemine binaen, biraz daha ileri gidip, A’raf suresi 179. Ayet ile daha da açıklık getirelim.
“Belhum adâl”
-...İnsanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlarda gafillerin ta kendileridir.”
Burada Rabbimiz, cehennem vurgusunu böyleleri için yapıyor.
Ayetin başında da şu benzetmeleri yapmaktan imtina etmiyor.
Ve şöyle buyuruyor.
“Onların kalpleri vardır gerçeği anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler”
Uyarı ikaz bu zümreye.
Ancak ve ancak ne acıdır ki, kimse üzerine alınmadığı gibi karşısındakine yakıştırır.
O zaman tahlil edelim kendimizi!
Hiç düşünmeden, akletmeden ve hangi tehlikenin beklediğini, hangi cezaya maruz kalınacağını uzuvların şahitlik edeceğini düşünmeden verdiğimiz kararlarla kullandığımız vicdanımız, ellerimizin arasına aldığımız başlarımızla bi düşünüp idrak etmeye çalışalım bakalım.
Bu ilahi ikazların neresindeyiz yada tamamın da mıyız?
Herhangi bir meslek edinme sınavında dahi gecikenin salona alınmadığı atmosferde, iki dünya saadetini elde edebilmek için girdiğimiz sınavın hangi aşamasındayız.
Duygularımız, düşüncelerimiz,ibadetlerimiz,amellerimiz, şahitliklerimiz, onaylarımız Rabbimiz'in koyduğu sınırlara, ölçülere, zamana, mekana uygun mu?
Yoksa birkaç şıktan birini, doğru olanı mı, yoksa doğru zannettiğimizi mi onaylıyoruz?
Yada ben yaptım oldu safsatasıyla, şimdiye kadar olduğu gibi ”aaa yanılmışız, aa bilememişiz, anlayamamışız” acziyetine düşüp savrulmaya devam mı edilecek?
Ebedi hayatı garantileyenlere de hep şaşarım, sanki hayatı sonlanmış, beraatini almış bir eda ile insanlara üstten bakmak hangi aklın ürünü.
Öyle bir zaman dilimindeyiz ki, akıllara zarar...
Hiç kimsenin kimseyi dinlemediği, beğenmediği, asla ve asla hakkı, hakikati görmek istemediği, bir imtihanın tamda ortasındayız.
Sanki her birey arınmış, defterini sağından almış mazallah.
Herkes karşısındakini eleştirmekle deşarj oluyor adeta. Kendimize gelmek için kim daha neyi bekliyor.
Duygular hisler kayboldu.
Kimse kimseye saygı duymuyor, sevgi beslemiyor, merhamet etmiyor, acımıyor.
Oysa merhamet, Rabbimiz'in sıfatlarından olan Rahim kökünden türemiş.
En korunmuş en muhafaza edilmiş hepimizin barınağı limanı olmuşken, niçin kimse kimseye merhamet etmiyor, nasıl bir ego nasıl bir bencillik, sonu hüsran olmasına rağmen.
"Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz:
Sen yerdekilere merhamet et ki, göktekiler de sana merhamet etsin."
Hayvanların dâhi birbirine merhamet ettiği sığınak olduğu şu coğrafyada insanların merhamet duygusunu yitirmiş olması nasıl ve neyle izah edilir?
Üstelik Rabbimiz'in rızasını, merhametini kaybetme pahasına...
Oysa insanda olması gereken en büyük meziyettir merhamet. İçerisinde adaleti, barışı, sevgiyi barındırıır ve bulunduğu yeri gülistana çevirmeye vesiledir.
Ne idik? dememeli, ne olacağız? demeli insan.
Müslümancılık oyunlarıyla insanları bastırmanın bir hükmü yok, velev ki bu dünyada aldatabilirsiniz. Ancak ve ancak aldanmış olarak yüzüstü sürünerek girilecek, derilerin yakılıp yakılıp, yenileneceği ve yeniden yakılacağı günün haberi çok net ve açıkça gelmişken eyy ademoğlu neyin hesabındasın.
Adem olmak kolaydır da adam olmak zordur bu üç günlük dünya da.
Adamlık lafla, üste çıkmakla, yalanla, talanla suçu başkasına atarak olmaz.
Allah'ın vahyine sımsıkı sarılarak, Allah’tan başkasına “La” diyerek makamı, mevkiyi Allah’ın kutlu bir emaneti olduğu bilinciyle olur.
Yaşadığı dünyanın temellerine dinamit koyarak değil saadete, selamete kavuşturmaktır aslolan.
Gelin buyrun hep beraberce, Allah’la aldatmaya değil, Allahın ipine “Vahye” sarılmaya davet edelim.
Adalete, barışa, kardeşliğe, benlikten bizliğe, birliğe veeee
iki cihan saadetine kavuşmaya inşallah...
Vessela
Nazile ŞANAL