Devletler için toplumun ve İnsanın geleceğini şekillendirmesi açısından en önemli konu Eğitimdir.
Özellikle yaşadığımız bilgi çağında Eğitimin ne denli mühim bir mesele olduğunu defalarca yazmaya gerek yok.
İnsanlar; toplumsal yaşam şeklini ve bulundukları kültürel ve sosyal değerlerini, o topluma ideal bir biçimde hazırlanan eğitim sistemi sayesinde öğrenirler.
Eğitim sisteminiz düzgün, uygulanabilir ve uygulandığı toplumun Dil, Din, Ahlak, Gelenek ve Göreneklerine ne kadar uygun olur ise Vatandaşlarınız o derecede nitelikli olur.
O yüzden, Eğitim, Devletin temel taşı, sosyal hayatında mihenk taşıdır.
Ülkemizde Eğitim, her ne kadar Kreşler ve Ana Okulları ile başlasa da asıl Eğitimin başlangıç noktası Üniversitelerdir.
Çünkü, öncelikle Anne-Baba hemen sonrasında Kreş ve Anaokulu Öğretmenleri ve Eğiticilerini Üniversitelerde görev yapan Akademisyenler yetiştirmektedir.
Üniversitelerin temel taşı ise Akademik Personel yani Öğretim Elemanlarıdır.
Ülke olarak Öğretim Elemanlarınız ne kadar kaliteli ise Eğitim sisteminiz o kadar kalitelidir ve kaliteli bireyler yetiştirir.
Peki, Ülkemizde Eğitim ne durumda?
Tabir yerindeyse yerlerde sürünüyor.
Özellikle son zamanlarda Ülkemizde Eğitimin kalitesinin düştüğünü bilmeyen yok.
Üniversiteye kayıt yaptırmaya hak kazanmış bir kısım Öğrencinin dört işlemi yapamadığını, Dilekçe yazamadığını hatta ve hatta derdini dahi anlatamadığını Üniversite camiası içindeki herkes çok iyi bilir.
Eğitim sistemimiz artık SOS vermenin de ötesinde uçuruma doğru yuvarlanıyor.
Birileri dur diyene kadar da yuvarlanmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Eğitim sistemimizdeki bu çöküşü ben yukarıda da belirttiğim gibi Öğretim Elemanlarımızın kalitesinin düşmesine bağlıyorum.
Tabii ki birbirinden değerli Bilim İnsanlarımız var ve çok değerli çalışmalar yapıyorlar.
Onları tenzih ediyorum ama ben genelden bahsediyorum.
Doktor Öğretim Üyesi olduktan sonra bırakın Kitabı, makaleyi bir bildiri yayınlamayan Akademisyenler var ne yazık ki.
Hiç görmediği, okumadığı Öğrencisinin, Arkadaşının yayınladığı makaleye isimlerini yazdırıp oradan puan alıp, Unvanlarını büyüten Akademisyenler var.
Yalan diyen varsa örnekleri ile gösteririm.
Bir ara gerekli kriterleri sağlayamayan Öğretim üyeleri Yardımcı Doçentlik hakkını kaybediyordu lakin o konuyu da mahkemeler halletti.
Atandıkları süre içerisinde gerekeli kriterleri sağlamadıkları için (Yayın, bildiri, vs yayınlayamayanlar) Yardımcı Doçentlikten Öğretim Görevlisi kadrosuna indirilenler mahkemeye gittiler ve Mahkeme kararları ile yeniden Yardımcı Doçentlik kadrosuna atandılar.
Peki bu noktaya nasıl geldik.
Bugün geldiğimiz noktada en büyük suçlu tabii ki Hükümetler ve YÖK.
Sonrasında da rant kapma ve taraftar yetiştirme amacı ile Üniversitelere çöreklenen grup, cemaat ve örgütler.
Üniversite içerisinde çöreklenen cemaat, tarikat ve gruplara bugüne dek sessiz kalındı halen de kalınmaya devam ediyor.
Ülkenin değerlerini bozma ve rant kapma açısından Üniversitelerin önemini ilk keşfeden örgüt Fetö’dür.
Amaçları hem Eğitim sistemini ele geçirmek hem de yerleştirdiği Akademisyenlerden himmet almak kaydı ile örgütlerine para akışı sağlamaktı.
Yaptılar da..
Hem Eğitim sistemimizi yavaş yavaş bozdular hem de yerleştirdikleri örgüt mensuplarından her ay tıkır tıkır himmet adı altında aldıkları haraçları örgüte aktardılar.
2009 Yılından beri Fetö ile mücadele eden biri olarak, geçmişte örgüte aylık himmet ödediğini itiraf eden Öğretim üyeleri ile de bizzat tanışma şanssızlığına eriştim.
Fetö, yıllar boyu Üniversitelere Akademik yeterliliğine bakmadan binlerce Öğretim elemanı aldı/aldırdı.
Fetö iltisaklı Rektör, Dekan, Bölüm ve Anabilim Dalı Başkanlarınca Üniversitelere alınan Öğretim Elemanlarının çoğu hala görevde.
Fetö elebaşılarının yetiştirdiği, birlikte yayın yaptığı Öğrencilerden halen Rektör dahi olanlar var.
Bunların yeterince araştırması yapıldımı? Zannetmiyorum.
Örgüt mensubu Öğretim elemanları 15 Temmuz’dan sonra Fetö ile mücadele edildiği için kendilerine saklanacak grup, cemaat ve Partiler buldular.
Kimi kendini Menzilci, kimi Süleymancı, kimi A Partili kimi de B Partili gösterip saklandı, saklanmaya devam ediyor.
Ha Devlet bunları biliyormudur?
Biliyordur, bilmelidir, bilmiyorsa üzülürüm.
Yani Üniversitelerde Fetö iltisaklılar bitmiş değil kendilerini bir yerlerde saklayarak ölü taklidi yapıyorlar.
Fetö ile mücadele edildiği için son yıllarda diğer Cemaat ve gruplar kendilerine rahat bir çalışma alanı buldular.
Fetö var iken sesleri çıkmıyor, onlardan çekindikleri, korktukları için çok fazla örgütlenmeye fırsat bulamıyorlardı.
Ancak şimdi çok rahatlar.
Rektör’ün, Dekan’ın kendi cemaatlerinden veya kendi Cemaatlerine sıcak olduğu Üniversitelerde hızla yapılanmaya çalıştıkları konuşulmakta.
Kurtarılmış bölümler, kurtarılmış Fakülteler hatta ve hatta kurtarılmış Üniversiteler için uğraşıyorlar.
Özellikle Süleymanlı diye bilinen Cemaat’in (ki bence gelecekteki tehlike) hızlı bir şekilde yapılandığı söyleniyor.
Cemaatler için kendilerinden olmayana asla makam, mevkii ve unvan vermez diye bilinir.
Hatta ve hatta kamuoyunda öğrenci olarak yanlarına dahi almazlar diye söylenir.
Bir Fetö’cü veya Cemaatci bir makama gelirse, liyakate bakmadan arkasından onlarcasını doldurur.
Akademiye aldığınız bir Hoca kırk yıl orada hizmet eder ve etkili makamlara geldiğinde de bağlı olduğu örgüte veya gruba fazlası ile hizmet eder.
Askeriye, Yargı ve Emniyet fetö’den oldukça temizlendi ama Akademide hala temizlenmediler.
Şahsi kanaatimi soruyorsanız eskisinden daha güçlüler.
Devlet zaman geçirmeden bir an önce bakışlarını hem de sertçe Akademi’ye çevirmelidir.
Üniversiteler, Fetö’ye başka bir örgüte veya cemaate değil Devlet’e ve Vatandaşa hizmet etmelidir.
Cemaatlerin görevi de Devlete adam yerleştirmek değil adam yetiştirmek olmalıdır.
Üniversiteler kurtarılmış bölgeler olmamalıdır.
Aksi halde Fetö ve diğer bazı cemaatler daha da güçlenecek, dolayısı ile de yeni 15 Temmuz’ların yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Sağlıcakla.
Mesut BALYEMEZ
mesutb44@gmail.com