Kerametlerinin Bir Kısmını Halka Anlatma İzni Olan Allah Dostu: Ladikli Aşık Ahmet Hüdai Hz
Selamun Aleyküm sevgili dostlar, bugün sizleri Peygamberler ve Evliyalar diyarı Konya’mızın nadide incilerinden biri ile tanıştırmak istiyorum.
Ladikli Ahmet Ağa (1888-1969) ümmi bir insan. Okuması yazması yok; ama, zaman ve mekan duvarını aşan bir “ğayb adamı”. Tayyi Zaman ve Tayyi Mekânları ile dünyanın dört bir yanında manevi hizmetlere katılmış, Ümmeti Muhammed’e yardım etmiş, darda kalanların yardımına koşmuş, duası anında kabul olan bir Allah dostu.
İnsanların akıllarından geçirdiklerini daha onlar dile getirmeden söyleyen, yüzlerce insanın şahit olduğu sayısız kerametlere sahip bir veli. “Üstadım” dediği, birlikte manevi vazifeler yaptığı hocası; HIZIR a.s.
Merhum Tahir Büyükkörükçü hocafendi bir vaazında şöyle der: “Ladikli Hacı Ahmet Ağa ile 25 sene dostluğumuz oldu. Kendisi yedilerden, ebdallerdendir. Yedilerin kalbi, Hz İbrahim Peygamberin kalbi üzeredir.
Gece gündüz evine gider misafir olurduk. Ziyaretlerimiz genelde yatılı olurdu. Gece yarısı yaklaşınca Ahmet Ağa, ben bir vazifeye gidip geleyim siz istirahat edin derdi. Her gece vazifeye giderdi. Sabah onu görüp geceyi sorduğumuzda;
Bugün toplantı Kabe’nin kurbundaydı, bugün toplantı Huzuru Peygamberi (s.a.v)’deydi, bugün toplantı Hindistandaydı….. der, ruhani toplantılara katılırdı.
Medrese görmediği halde bilmediği hiç bir şey yoktu. Peygamberlerin hayatlarını günlerce anlatır kitaplarda olmayan bilgileri de söylerdi. Hocası Hızır a.s’dan öğrendiği bilgilerin derinliğini anlatırdı.
Bir müşkülümüz olunca sorardık. Ahmet Ağa, tamam der giderdi. Sonra gelip, “Büyüklerimiz şöyle şöyle buyurdular” derdi.
Peki bu manevi dereceye nasıl kavuştu? derseniz; güzel ahlakı, cömertliği, merhameti, cesareti, kalbindeki Allah (cc) aşkı, Rasulullah (s.a.v) sevdası, az gülüp çok ağlaması, az uyuyup çok ibadet etmesi ve cihaddan asla geri kalmayıp türlü meşakkatlere katlanması ile der büyüklerimiz. Zira tam 26 sene askerlik yapmıştır Ahmet Hüdai hz. Yunanistan, Arnavutluk, Bulgaristan, Balkan Harbi, Birinci Dünya savaşı, Çanakkale, Hicaz cephesi, Irak Cephesi gibi birçok cephede kahramanca cihad etmiş, çok çileler çekmiş bir İstiklal savaşı gazisidir.
Gazilik maaşı neden almıyorsun? diye soranlara, “Birkaç günlük askerliğim var, onu da paraya mı çevireyim.” diye cevap verir.
Hocası HIZIR a.s ile tanışması Meşhur Kanal Harekâtında gerçekleşir. Ağlayan Filistin’in mahzun Gazze şehri civarı.. Ahmet Hüdai hz’nin de aralarında bulunduğu birlik, İngilizlerin pususuna düşer ve askerlerimizin nerdeyse hepsi şehit olur. Yarası çok ağır olan Ahmet Hüdai hz’nin de şehit olduğu sanılarak birlik geri çekilir. Hazret kendine geldiğinde ne kalkmaya ne de üç günlük mesafedeki karargâhına ulaşmaya mecali vardır.
O an ki halini, cepheden döndükten sonra dostlarına şöyle anlatır:
“Valla gardaşım! Ben böyle halsiz mecalsiz yattığım yerde şehadet şerbetini içmeyi beklerken, karşıdan beyaz bir atın üstünde bir zat çıkageldi. Çok korktum doğrusu. Bana yaklaştı ve dedi ki:
-Esselamü Aleyküm! Ahmet ne oldu, yaralandın mı?
Doğrudan selam verip adımı söyleyince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım, bembeyaz bir atın üstünde nur gibi güneş gibi bir zat. Attan indi yanıma geldi. Üzerimdeki şehit arkadaşları birer birer üzerimden aldı. Beni tutup kaldırdı. Susuzluktan yanıyordum, su dolu bir matara verdi. Elleri ile yaralarımı sıvazladı. Beni atına bindirdi, göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede Kudüs’teki bir hastanenin önüne getirdi. Burada tedavi göreceksin Ahmet! Memlekete döndüğün zaman bazı değişik hallerle karşılaşacaksın, endişelenme beni bekle! dedi ve ayrıldı.”
Kurtuluş savaşı yıllarından bir hatırasını da şöyle anlatır mübarek: “10 gün ekmek-su görmedik. Aç susuz düşmanla çarpışıyorduk. Bir gün çeyrek ekmek içinde kumanya verdiler. Tam ısırmıştım ki önümde, bir deri bir kemik kalmış dili dışarda köpek bana bakıyor. Ekmeği bir kendim ısırdım bir köpeğe verdim. Arkadaşlar “Ahmet, on gündür bir şey yemiyoruz. Sen neden köpekle paylaşıyorsun?” dediler. Onları dinlemedim. O gece rüyamda Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (s.a.v)’i gördüm. Sırtımı sıvazladı. “Ahmet evladım seni çok sevdim” dedi.
Bu rüya üzerine içindeki aşk daha da coşar ve Yunus Emre gibi beyitler dökülmeye başlar dilinden.
Kimler yaptı bu ravza’nın yapusu
Melaikeler açtı tavaf kapusu
Hacerül Esved’in güzel kokusu
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Cümle dertlilerin tabibi de var.
Ravza’na bakmaya insan mı kanar
Işkından içenler böyle mi yanar
Ebubekir Ömer hem Osman da var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Cümle dertlilerin tabibi de var.
Ladikte, Ahmed Hüdai hz’nin misafirleri bir sabah namazında mübareği yorgun görürler ve halini sorarlar:
“Kore’de idik. Türk askeri çember içine girmiş, hepsi şehit olmak üzere idi. Kurtarılmaları için Mevla’dan izin çıktı. Manevi arkadaşlarım ile o vadiye yetiştik. Bizim askerin önüne düştük. Kafir askerleri bizi görürler ama bizim askerlerimiz bizi görmezler. Kılıçları çektik, küffar askerini kılıçtan geçirip bizim askere yol verdik… sabah radyoda duyarsınız..”
Sabahleyin bir radyo getirdiler, ilk haberleri açtılar. Kore’de bulunan, General Tahsin Yazıcı komutasındaki Türk birliği çember içine alınmış, inanılmaz bir kahramanlık örneği vererek çemberi yarmış, kâfirleri perişan etmişler, diye radyo haber veriyordu.” (1950)
İşte Allâh’ın manevî ordularının vazifeleri ve zaferleri!
Yıllarca çobanlık yaptığı için yaşadığı dönemde Çoban Ahmet olarak tanınır. Kendisine ziyarete gelenlere; “Bende bir şey yok, çobanın birisiyim, cahilim, ümmiyim” diyen çok mütevazi bir zattır.
Bir gün evinde abdest alırken Hızır a.s çıkagelir, o da heyecanlanır ve abdest alırken şaşırır. Hocası onun bu haline takılmak için: “Hüdai, sana bir abdest almasını öğretemedik” der. Bunun üzerine hazret: “Ne yapalım efendim, bir çobanı peşinize taktınız. Çoban bu kadar becerebiliyor” deyince Hızır a.s: “Ahmet! Ahmet! KALBİ SELİM arıyorlar”..diye cevap verir.
Konu kerametten açılınca Ahmet Hüdai hz:
“Takmayın oğlum kafanıza bunları. Ama madem sordunuz söyleyeyim. Bu keramet dediğiniz şeyler, kudreti azameti sonsuz olan Allah’ın ilerde olacak şeyleri bugünden göstermesi gibi bir şeydir.
Mesela ben bazı misafirlerime, yaz ortasında kış, kış ortasında yaz meyveleri filan ikram ederim.. hatırları hoş olsun diye.. Rabbimin bir lütfu bu, ihsanı.. Bunun hakikatini açamam size. Ama mesela bunlara benzer şeyler olacak ilerde. Şimdilerde bizim memleketimizde pek yok ama ilerde camlı bahçeler olacak.. Kış ortasında yaz ürünleri yetiştirilecek o camlı bahçelerde. Fenne devredilecek bu keramet o zaman yani..”
Bir gün Hacı Sami Efendi Hazretleri Konya'daydı. Ahmed Ağa sırılsıklam bir vaziyette Sami Efendi Hazretleri'nin huzuruna geliverdi. "Bu ne haldir, Ahmed Ağa!" dediklerinde, Ahmed Ağa, tatlı bir tebessümle: "Ey âlem şeyhi! On dakika önce Erzurum'daydım" diye karşılık verdi. O gün hava Konya'da açık ve mevsim kuraktı. Erzurum ise yağmurlu idi..
Ahmet Hüdai hz’nin bize kadar ulaşan hatıralarını yazmakla bitiremeyiz. Layıkı ile anlatmaktan da aciziz.
Lâdik’te mübareğin evi ve misafirlerini ağırladığı nurlu oda hiç bozulmamış haliyle sizleri bekliyor. Öyle bir oda ki; nice mübarekler cismen ve ruhen ziyaret etmiş, yıllarca zikirler sohbetler yapılmış, sayısız kerametlere şahitlik yapmış...
Ev de sizi karşılayan mübareğin torunları, dedelerinden dinlediklerini ve bizzat yaşadıkları olayları misafirlerle paylaşıyorlar. Sizleri Konya Ladik’e bekleriz. Ahmet Hüdai hz göçmeden önce sevenlerine: “Kabrime her gün Hocam Hızır a.s” gelecek” müjdesi veriyor. Kim bilir belki sizde kabir başında dua ederken Hızır a.s’ı yada Ahmed Hüdai hz’nin kendini görürsünüz..
Çalıbağ’da Hızır a.s’ın eli ve duası ile açılan kuyudan şifalı su alır, tefekkürde bulunursunuz.
Selametle.. Allah’a emanet olun
Emine Aydemir
Kaynaklar: Ladikli Aşık Ahmet Hüdai (Ahmet Elma)
Ladikli Ahmet Ağa (Mustafa Özdamar)